Rimbaud

KENDİ ÇOCUĞUNU SAKAT BIRAKMAK

Birkaç ayda bir haber sitelerinde çocuklarını öldüren, yaralayan, sakat bırakan annelere ya da babalara ilişkin haberler görmek mümkündür. Aile içi şiddet kaçınılmaz olarak çocuklara da ulaşıp onları acımasız ellerine alır. Doğrudan çocukları hedef almasa bile evde yaşanan sorunlar, evin çocuklarını da mutlaka bir biçimde etkilemektedir. Sorunun büyüklüğü bu olumsuz etkinin de boyutlarını belirler. Ne yazık ki sorun kimi zaman anne ya da baba kadar büyüktür.

Fransız şiirinin efsanevi ismi Arthur Rimbaud’un evinde de sorun büyüktü. 1854 yılında bir taşra kasabasında doğan Rimbaud, eserleriyle modern Fransız şiirinin başlatan kişi sayılabilecek kadar önemli bir etkide bulunmuştur. Çocukluğunun erken dönemlerinde yazdıkları dışında yalnızca üç yıl, 16 ve 19 yaşları arasında aktif olarak şiir yazmıştır. 21 yaşında ise şiirle bütün bağını kesmiştir. Şiir yaşamının boyu her ne kadar kısa olsa da okuyucuları ve sevenlerinin üzerinde bıraktığı gölge günümüze dek ulaşmaktadır.

Bu isyankar şairin yaşamına baktığımızda onun şiirinin kaynaklarını ve bu kaynakların kısa sürede tükenmesindeki nedenleri görmek aydınlatıcıdır.

BABA-sız

Kutsal Kitap Tanrı ile baba kavramı arasında sık sık koşutluklar kurar. Tanrı bir Baba gibidir ve aynı derecede önemli olarak babalar da Tanrı’nın “babalığını” örnek almalıdırlar. Baba çocukları büyüten, koruyan, eğiten, teşvik eden, örnek olan, karşılıksız olarak seven bir varlık olmalıdır. Baba bir çocuğun yaşamında ne kadar çok rol oynarsa, bu rolü ne kadar iyi yerine getirirse, çocuk büyürken Tanrı’nın yüreğini bu ilişkiden algılamayı o kadar iyi başlayacaktır.

Arthur Rimbaud’un yaşamında bu rolü yerine getirecek bir baba yoktu. Babası Frédéric Rimbaud sıradan bir piyade eri olarak başladığı askerliğe bölük komutanı olarak devam ediyordu. Bu durum o dönem için bile önemli bir rütbe kazanımıydı. Cezayir’in işgali sırasında Fransız ordusunda savaşan baba Rimbaud’un ailesiyle ilişkisi giderek azalmıştı. Son yıllarda birkaç aylığına eve gelir olmuştu. Her geldiğinde yeni bir çocuk edinmek dışında ailesiyle ilişkisi yoktu. En büyük oğluna kendi adı Frédéric ismini vermişti. Arthur’un küçük kızkardeşleri ise Vitalie (annesinin adını taşıyordu) ve Isabelle idi. Bağımsız ve benmerkezci bir adam olan baba Rimbaud çocukların gürültüsüyle dolu bu evde yaşamaktan bunalmış olsa gerek, Isabelle doğduktan sonra kaçtı. Ve bir daha arkasına bakmadı. O denli aileden ayrı biriydi ki bir daha hiç kimse onu aramadı.

En azından görüntüde öyleydi. Çocukların yürekleri annelerden beslense de babaları kerteriz alır. Babasız çocuklar yönlerini şaşırır. Babasız ya da olumsuz örnek olan babalarla yaşayan çocuklar Tanrı’yı da bir baba olarak kolayca tanıyamazlar. Rimbaud babasızdı.

ANNEnin zehri

Anne Vitalie Rimbaud orta sınıftan gelen bir taşralı olarak ciddi bir dinsel kimlikle yaşıyordu. Kocasının bağımsız kimliği ile onun katı dindarlığı arasındaki uyumsuzluğun evliliklerini ne kadar etkilediği ancak tahmin edilebilir.

Vitalie hanımın küçük Arthur’un yaşamındaki etkisi ise biyografi yazarlarının tümünün dikkatini çekmiştir. Anne Rimbaud oğullarının yoksul köylü çocuklarından etkilenmemesi için onları okuldan almış ve evde ders verdirmeye başlamıştı. Arthur sekiz yaşındayken başka bir çevre edinebilmeleri amacıyla taşınmışlardı. Orada daha sonra okula devam ettiyse de annelerinin sıkı denetimi onları boğmaya başlamıştı. “Yedi Yaş Ozanları” şiirinde evde annesinden biraz rahat bulabilmek için tuvalete saklandığını yazmıştır. Özellikle edebiyatta, Latince’de başarılı olmalarını isteyen anne onlara Latince şiirler ezberletirdi. En ufak bir hatada aç bırakılırlar ya da başka ağır cezalara çarptırılırlardı. Ağır eğitim Rimbaud’yu edebi açıdan geliştirmiş olsa da içindeki isyan duygusu yavaş yavaş ortaya çıktı. Kompozisyon dersinde seçtiği konulardan biri edebiyat eğitiminin yanlışlığıydı.

Yine de daha Tanrı’ya sırt çevirmemişti. On bir yaşında ilk Komünyonu’na katıldı. Bu olayı “İlk Komünyon” şiirinde anımsar. Oldukça karanlık bir tablo çizer. Kutsallıkla uzak yakın bir ilişkisi olmayan bir kilise deneyimidir aktardıkları. Bu tür deneyimler kilisede hizmet edenler de dahil insanların günahlı yapısını anımsatır okuyucuya (Rom 3:23). Ne yazık ki kiliseyi bu tür davranışlar temsil edecek biçimde hafızalara kazınınca Tanrı’nın adının yüceltilmediği görülür. Tersine, “sizin yüzünüzden uluslar arasında Tanrı’nın adına küfrediliyor” (Rom 2:24) diye yazılmış olduğu akla gelir.

Bağnaz bir Hristiyan olarak Vitalie Rimbaud kimi zaman duygusal, kimi zaman fiziksel cezalarla Arthur’u yetiştirir. Arthur çok başarılı bir öğrenci olarak birçok ödül kazanır. Özel öğretmeni olan Peder Lhéretier ondaki edebi yeteneğin gelişmesine büyük katkıda bulunur. Kazandığı ödüller arasında “Din Eğitimi” ödülü de vardır. İlk şiiri 1870 yılında basılır. Aynı dönemde ilk ustası sayılabilecek kişi olan Izambard da Rimbaud’un gittiği okulda öğretmenliğe başlar. Izambard onun öğretmeni, danışmanı ve sırdaşı olur. Annesinden kaçmak için sığındığı liman onun sayesinde edebiyattır. Rimbaud artık Grekçe ve Latincede ustalaşmıştır.

Artık isyanı düşüncelerinden eylemlere geçmiştir. 16 yaşında evden kaçar ve Paris’e doğru yol alır. Parasızlıktan biletsiz yolculuk yapar ve yakalanınca gözaltına alınır. Izambard’ın yardımıyla hapisten kurtulur ve eve döner. Özlem adlı şiirinde şöyle yazar (Nisan 1870): “Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,/ Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;/ Başakları devşirip otları ezeceğim,/ Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar.// Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş/ Ve yüreğimde sevgi, büyük, sonsuz, umutlu,/ Çekip gideceğim, çingene gibi, başı boş / Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.” Bir kez daha yola çıkar. Amacı bir yandan da Paris Komünü deneyimini görmek, isyana katılmaktır. Amacı bu başkaldırının bir parçası olmaktır. Ama kan ve şiddet ona göre değildir. Komün daha bastırılmadan eve döner.

Evde kalmaya, annesiyle aynı ortamda bulunmaya dayanamıyordur. Aynı yıl bu kez Belçika’ya kaçar, parasız kalır ve çaresiz eve döner. Çaresizlikleri nedeniyle ebeveynlerine katlanmak zorunda kalan çocuklar ne zavallıdır! Evde onu cezalar, dayaklar beklemektedir. Annesine gitgide yabancılaşır. Annesi onun için Hristiyanlığı, burjuva değerlerini, disiplini, çok çalışmayı yani düzeni temsil etmektedir. Hepsine isyan eder. Geleneksel olan her şey onun can düşmanı gibidir. Hristiyanlık, geleneksel şiir, sağduyu, ahlak kuralları hepsi düşmanıdır.

İSYAN -a teşebbüs

Arthur Rimbaud da birçok ergen gibi elindeki silahların tümünü kullanarak başkaldırmaya çalışmıştır. Bu çabası birkaç yıl süren maceradan sonra görüleceği üzere başarısızlıkla sonuçlanacaktır.

Eylül 1871’de bir kez daha Paris’e gitmeyi dener. Bu kez hazırlıklıdır. Daha o dönemde ünlü bir şair olan Paul Verlaine’e şiirleriyle birlikte bir mektup yollar. Verlaine onu coşkuyla Paris’e davet eder. Şiirle kurulan dostluk bir süre sonra eşcinsel bir ilişkiyi de kapsayacaktır. İçki, uyuşturucu dolu bohem yaşamları hem Verlaine’in karısını hem onların yaşamlarını darmadağın edecektir. Bir aşk kavgasında Verlaine, Rimbaud’yu kolundan vurunca 1873 yılında hapse girer ve yıl sonunda artık ilişkileri sonlanmıştır. Bundan sonra bir daha şiir yazmaz.

İsyana teşebbüsünün ilk alanı Hristiyanlığa karşıydı. Kilise onun gözünde insanlığın yararını değil, zenginleri ve kendi zenginliğini düşünmekteydi. Dönemin siyasal ve ekonomik düzeninden ötürü kiliseyi suçlamaktaydı. Hele din adamları!

Geleneksel şiire de isyan eder. Sembolizmin en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilen Rimbaud kalıpları zorlar. Düzyazı formunu şiirinde kullanması okuyucuya yeni bir arayışın peşinde olduğunu fark ettirir. Daha 16 yaşından önceki şiirlerinde bile dilde yeni arayışların peşinde olduğunu söyler. Ama en çok da kaba ifadeler, küfürler ve sıradan insanların gündelik dilini şiire sokarak bir devrimi başlatır.

Sağduyuya karşı da isyan eder. Eşcinsellik deneyimi ergen arayışlarının, başkaldırısının bir sonucudur. Verlaine öncesi ve sonrasında bu yönelimine ilişkin bir kanıt yoktur. Tersine kadınlara duyduğu eğilim önceki şiirlerinde fark edilir. Uyuşturucu, gizemcilik, Kabala ve cinsellikle esrik bir yaşam sürer. Kötü aracılığıyla yeni bir deneyime, bilgiye kavuşmak ister. Madde etkisi altında sık sık halüsinasyonlar görür ve bunları yazar. Bir tür kahinliğe sahip olduğunu ileri sürer ve akılcılığı reddederek içsel bir ruhsal tartışmaya girer.

YENİLGİ

Rimbaud’un yaşamında yenilgiden söz edilmesi gerekiyorsa da birden çok mağlup söz konusudur. Öncelikle Rimbaud yenilir. Birkaç yıl süren isyanı suskunluğa gömülür. Önce İngiltere, Almanya, İtalya ve Hollanda yollarında bulur kendini. Şiirden ve eski kendinden uzakta bir yaşam kurmaya çalışıyordur. Sonra yine ondan beklenmeyecek bir şey yaparak Hollanda ordusuna yazılıp Sumatra’da askerlik yapar. Askerlik öyküsü firarla sonuçlanır; disipline dayanamaz. 1876 yılında Viyana’ya gider. Oradan Mısır, Java ve bir taş ocağında ustabaşı olarak çalıştığı Kıbrıs’a yolu düşer. Şiirlerindeki yolculuk/kaçmak teması yaşamında da gözükür. 1880 yılında Yemen’de kahve ticareti ve sonra Etiyopya’da silah ve köle ticaretiyle yaşamını sürdürür. Silah ve köle ticaretiyle şiirinde söz ettiği bütün ahlaki karşı çıkışları yalanlıyor gibidir. Önceleri şiirlerinde “kardeşim” diye söz ettiği siyah insanları köle yapmaktan kaçınmaz.

Rimbaud’un yaşamında genel ahlaki düzen ve toplumsal yapının da yenildiğini görüyoruz. Bu yenilgi zaten bir devrimler/dönüşümler dönemi geçirmekte olan Avrupa’da uzun yıllar devam edecek olan bir çatışmayı da haber vermektedir. Sonraki elli yılda Avrupa’da çok şey değişecektir.

Yenilgiden söz edebileceğimiz bir nokta da Kilise’nin yenilgisidir. Mutsuz, yalnız çocuklar Kilise sayesinde Tanrı’nın Egemenliğini tanırlar. “Bırakın çocukları. Bana gelmelerine engel olmayın” (Matta 19:13) diyen İsa, kilise mensuplarının çocuklarla Tanrı arasında bir engel oluşturmamalarını söylüyordu. Ne yazık ki bu tanıklık her zaman olumlu bir şekilde sonuçlanmadı. Birçok insan Kilisede yapılmış olan yanlışları artık açıkça ifade edip değişmesini talep etmektedir. Ancak her şey ışığa getirilirse Kilise zaferli bir biçimde İsa Mesih’in Müjdesini duyuruyor olacaktır.

Yenilgi varsa herkeste var. Tanrı’yı sevmekte, kardeşimiz olan insanları sevmekte ne kadar başarılı olduğunu herkes sorgulamalıdır. Tanrı’yı tanımakta ve yansıtmakta ne kadar gayretli olduğunu düşünmelidir.

SON

Arthur Rimbaud 1891 yılında bacağındaki bir ağrıdan şikayet eder. Kanser olduğunu önce anlayamazlar. Sonra Marsilya’ya vardığında bacağı dizinden kesilse de bir daha iyileşemez. 10 Kasım 1891 günü ölür.

Kız kardeşi Isabel onun ölmeden önce Katolik inancına geçtiğini söyler. Bazıları da son sözlerinin “Allah Kerim” olduğunu söyleyerek Müslüman olduğunu ima ederler. Sanki Arapça konuşan Hristiyanlar, Tanrı’nın büyüklüğünü başka sözlerle söylüyorlarmış gibi.

Öldüğü zaman Rimbaud artık şair Arthur Rimbaud değildir. Kendini, şiirini inkar eden, günümüz insanının tanımadığı biridir. Kayıp, isyankar çocuk gitmiş; sakat, yorgun ve başka biri gelmiştir. O da kayıptır. Rimbaud öldüğünde hayat kaybetti. İnsanlık kaybetti.