TANRI’YI GÖRMEK -I

TANRI’YI GÖRMEK -I

Kim Tanrı’yı görmek istemez ki? Tanrı’nın nasıl göründüğü sorusu düş gücümüzün genişliği ölçüsünde artan ya da azalan detaylarla birçoğumuzun aklına gelmiştir. Tanrı nasıl görünüyor acaba? Tanrı Ruh olsa da fiziksel bir yanı var mıdır? Bulut ya da ateş gibi mi? Işık mı yoksa? Tanrı ne renktir? Gökkuşağı gibi mi? Cennette O’nu gördüğümüzde dikkatimizi ilk ne çekecek? Azamet ve ihtişam mı; yoksa ilişki ve duygularımız mı öne çıkacak?

Kutsal Kitap insanların Tanrı’yı yaşadığımız koşullarda göremeyeceğini açıkça ifade eder. Tanrı, “ancak, yüzümü görmene izin veremem. Çünkü yüzümü gören yaşayamaz” demiştir (Çık 33:20). Tanrı’nın kutsallığı ve insani sınırlılıkların ötesinde, O’nun aşkın bir varlık olması da insanın Tanrı’yı görmesini olanaksız kılmıştır. Ancak Tanrı’yı “görmek”ten söz ettiğimizde bu görme eyleminin insanın başka bir insanı görmesi ile aynı olduğu varsayımından hareket edildiğini unutmamak gerekir. “Görmek” ve “Bakmak” fiilleri üzerlerinde biraz düşünülmeyi hak ederler.

Tanrı’ya Bakınmak

Bu fiillerden önce belki de “bakınmak” konusuna dokunmadan geçmemeliyiz. Bir akşam arkadaşlarınızla birlikte vakit geçirmek için önceden planlamadan, genellikle gittiğiniz yerlere şöyle bir uğrayarak onların içeride olup olmadıklarına bakınırsınız. Bulsanız onlarla birlikte oturacaksınız ama sonradan arkadaşlarınızın o akşam yeni bir mekâna bakmaya gittiğini öğrenirsiniz. Kısacası bütün akşamınız bakınmayla geçmiştir ama aradığınız yerler yanlıştır.

İnsanların Tanrı arayışında da aynı sorunla karşılaşılır. İnsan Tanrı’ya ihtiyaç duyar. Kocaman dünya içinde yaşadığı büyük yalnızlıklar, mutsuzluklar, sık sık hissedilen çaresizlik insanın bir yerlerde bir Tanrı olması ihtimalini düşünmesine yol açar. Hiçbir trajik olayla karşılaşmasa bile insan içinde taşıdığı “sonsuzluk” (Vaiz 3:11) nedeniyle Tanrı ile tamamlanmaya ihtiyaç duyar.

Ne var ki insan bu ihtiyacı giderme arayışına genellikle ihtiyacın şiddeti artınca başlar. Acı hafifken insan doğal çevresi içinde bulduklarıyla (arkadaşlar, eğlence, hobiler, vs.) bu acıyı örter ya da ihmal eder, edebilir. Acının şiddeti arttıkça “Bu acıyı dindirecek Tanrı nerede?” sorusu çeşitli biçimlerde sorulur. Çaresizlik arttıkça önce çare bulma dileği, sonra bu dileğin boşa çıkmasının getirdiği öfke ve umutsuzluk gibi olumsuz duygular, daha sonra da Tanrı yerine acıyı dindirecek bir başka şeyi ikame etme gayreti ortaya çıkar. İkame etme gayreti hep bağımlılıklar, yanlış insanlar, yanlış seçimler gibi çıkmaz sokaklara götürür. Çıkmaz sokağın dibindeki duvarda insanın ilk gördüğü “Tanrı neden bu sokakta yok” sorusu olur.

Oysa yerdeki kırmızı sıvıya bakarak kanayan yara hakkında gerçek ve tam bir bilgi edinmek çok mümkün değildir. Doktorun ne yaptığı da o şekilde anlaşılmaz. İnsanlar başlarına gelen felakete bakarak “Tanrı bu felaketin içinde neden beni kurtarmadı” diye sormakla yetinirler çoğunlukla. Lokanta lokanta dolaşıp arkadaşlarına bakınan ve hep yanlış yerlere bakan kişi gibi insanlar Tanrı’ya acıların hep yanlış yerinde bakınırlar. Yıllar önce ünlü bir Ateist, televizyonda “12 yaşındaki çocukların menenjitten öldüğü bir dünyada Tanrı’ya inanmak imkânsız” demişti. Bir başkası İkinci Dünya Savaşı’ndaki Holokost sırasında altı milyon Yahudinin ölmesini Tanrı’nın yokluğuna kanıt olarak düşünür. Ruanda, Srebrenitsa gibi olaylar birçok kişi için aynı duyguların tetikçisi olur: Tanrı neredeydi!

Tanrı hep sizin için atan yüreğiyle o acıdan daha büyük bir yanıtı vermek üzere sizinleydi. Yaşamınızda dolaştığınız sokaklarda Tanrı’ya bir bakınıp “Burada yokmuş” deyip başka yollara sapmayın. Olduğunuz yerde, acınızın tam da içinden Tanrı’ya bakın.

TANRI’YA BAKMAK

John Berger “Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler” diye yazmıştır. Acınız ve benzeri güçlü bir duygunuz da algınızı, Tanrı konusundaki düşüncenizi etkiler. Hayata bakmayı bilmeden Tanrı’yı görmek olası değildir.

Ortaokul Türkçe kitaplarında eskiden “Bakmak ve Görmek” başlığıyla bir makale yer alırdı. Bu makale söz konusu iki kavram arasındaki farkları açıklar ve görmenin bilinçli bir edim olduğu sonucuna varırdı. Bakmaksa görmeyle sonuçlanmayan prematüre bir durumdur. Bakmak kişinin kendi perspektifini esas alır. Derinlikten ve çoğu zaman da çözümleme vasfından yoksundur.

Yine de ‘bakmak’ ile ‘bakınmak’ birbirlerinden farklıdır. ‘Bakınmak’ gelişigüzel bir eylemi ima ederken ‘Bakmak’ bilinçli bir biçimde gözlerin bir yere çevirilmesini ifade eder. Bakma eylemine başladıktan sonra dikkatin dağılması ya da ‘derin derin hülyalara’ da dalınması ve ‘boş boş’ bakılması da olasıdır. Bu biçimde baktığınızda görmeniz gereken her şeyi gördüğünüzden emin olamazsınız.

“-Sana baktım dün. Yoktun.
-Oradaydım. Kasanın yanındaki sütunun arkasında arkadaşlarla oturuyordum.
– O grubu gördüm ama senin orada olduğunu fark etmedim.”

Buna benzer konuşmalarla çok karşılaşılır. Çok kez bir kalabalığın içinde sesler, renkler, hareketler, duyguların etkisiyle orada olanların tümünü göremeyiz. Görmek için bakmak gerekir ama yetmez. Diğer birçok etkinin gözümüzü köreltmesine ya da boyamasına izin vermeden bazen derinliği bazen de zamanı akılda tutarak bakmak gerekir. Öyle baktığımız kişi tam da o dakikada tuvalete gitmiş olabilir. İnsanın doğasında bunlar var.

Öyleyse “Tanrı neredeydi” diye sorduğumuzda Tanrı’nın doğasını da dikkate almalıyız. Herhangi bir nesnenin doğasını anlayabilmek için şimdilerde ilk yapılan şey internetteki arama motorlarından birine sorunun yazılması ve cevabın alınmaya çalışılmasıdır. Bu makalenin yazarı Roma’ya ilk gittiğinde iyi pizzacılara ilişkin bir iki tavsiye almıştır. Ancak rezervasyon yaptırmakta geç kaldığı için internette bir başka ‘en iyi’ yer aramak zorunda kalmış ve bulduğu yerde edindiği deneyim beklentilerinden çok uzaktır. ‘En iyi pizza lokantası nerede’ sorusu çok göreceli yanıtlara neden olabiliyor. Bu durumda bir kılavuza gereksinim duyulur. Bir turist rehberi ya da kitap gerçek kılavuzluk bilgilerini sağlayabilir.

“Tanrı nerede” sorusu ise daha uzmanlık gerektiren bir kılavuzluğa ihtiyaç duyuyor. Bu kılavuz bütün tarihsel yetkisiyle Kutsal Kitaptır. Tanrı insanlara Kendisini Kutsal Kitap’ta açıklıyor. Tanrı’nın kimliğini, karakterini, nerede nasıl buluşabileceğinizi ve nerede neden buluşamayacağınızı anlatan o kitaptır.

Kişisel deneyimler bu “Tanrı’yı Görmek” kavramı açısından önemli bir rol de oynayabilir. Mistik deneyimler O’nu görmek, deneyimlemek için önemli bir katkı sağlar:

“-Musa’yla tanıştım ama tam bir düş kırıklığına uğradım. Senin söylediğinin tam tersine çok kaba biriydi. Sürekli gözlüğü ve uzun sarı saçlarıyla uğraştı ama sorularımı hiç yanıtlamadı.
-Yanılıyorsun o gördüğün kişi Musa olamaz. Musa kel ve gözlüksüz biridir. Yanlış Musa ile görüşmüşsün!”

Deneyimlerinizden emin olmanın yolu doğru bir kılavuza sahip olmaktır. “Kör köre kılavuzluk edemez” (Mat 15:14). Aklınızdaki, deneyimlediğiniz Musa’yla ya da Tanrı’yla gerçekteki aynı olmayabilirler.

Bu nedenle yazının devamında insanın Tanrı’yı görmesi ve İsa’nın Baba Tanrı’yı görmesi üzerinde tartışılacaktır. Sonrasında ise Baba Tanrı ve insanın İsa’yı görmeleri ile tartışma sürecektir. İnsanın Baba ve Oğul İsa tarafından görülmesi deneyimi üzerinde düşünülmesiyle bu yazı bitecektir.

 

 

 

 

Zizek, Tanrı Kendisine baktı.