Camus, L. Cohen ve Kohelet
Yirminci yüzyılın en zor günlerinde, 1942 yılında Albert Camus en önemli yapıtlarından biri olan Sysphos Söyleni adlı deneme kitabını yayınlar. Birçok yorumcu kitapla Kutsal Kitap’ın Vaiz kısmı arasında paralellikler bulur. Varoluşçu felsefenin en önemli isimlerinden biri olan Camus de kitabında Vaiz’e kısa bir gönderme yapar. O dönemde Avrupa’nın çoğu Nazi işgali altındadır, milyonlarca Yahudi toplama kamplarında ve gaz odalarında can vermektedir. İnsan ruhu karanlık bir perde altındadır. Toplumsal ve kişisel trajedilerin ortasında umuda hiç yer kalmamış gibidir. Camus kitabında insan yaşamının anlamını ve intihar seçeneğini sorgular.
HAYAT YAŞAMAYA DEĞER Mİ?
Bu soruya bir karşılık bulmak Camus için “felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir”. Dünyanın içinde bulunduğu durum ve insanın bu dünyada varolmak için yaptığı her şey absürttür. Absürt sözcüğünü çevirmen Tahsin Yücel “uyumsuz” ile karşılamak ister. Her ne kadar kitaba göre insanın yaşamda varoluşu uyumsuzlukla sonuçlansa da absürt sözcüğü için “saçma” kullanılmayacaksa eğer diğer tercihler “aykırı/ayrıksı” olabilir.
Yazara göre insan dünyaya yabancıdır. Hiçbir şey “çabalamaya değmez”. Hayatı sürdürüyor olmanın temel nedeni sadece alışkanlıktır. Ne bilgi ne güzellik ne de aşk uğruna ölünmeye değer. Camus biraz da kınayan bir biçimde “hiç kimsenin varlığın özüyle ilgili bir kanıt uğruna öldüğünü görmedim” yorumunu yapar. İnsanların yaşamı anlamlandırma çabaları da boşunadır. Bu uğurda düşünmeleri de uyumsuzlukla sonuçlanacaktır. Ona göre “düşünmeye başlamak için için yenmeye başlamaktır”. Düşüncenin insanı götüreceği bir yer yoktur. İnsanın içinde tüketen bir “solucan” deliği oluşturmaktan başka bir işe yaramaz ve insan bu deliği ne yapsa dolduramayacaktır. “Düşüncenin sonu başarısızlıktır”. Akıl ve özgürlüğün de bir yararı yoktur.
Camus’ye göre yararsızlar arasında yaratıcı eylemler ve sorunları yenmeye ya da aşmaya çalışan “fatihlerin” mücadeleleri de sıralanabilir. Yararsız olduğunu bilseler de yazgılarını değiştirmeye çabalar bu fatihler. Hiç kimse kendi bedeninden uzun yaşayamaz. Her şeyin sonunda ölüm vardır. Ölüm her şeyi bitirir. “Başkaldırmış kişinin evreninde, ölüm adaletsizliği aşka getirir. Son haksızlıktır”.
Camus “insan düşüncesinin bir anlam taşıyabilecek tarihini yazmak gerekseydi, yapılacak şey birbirini kovalayan pişmanlıkların ve güçsüzlüklerin tarihini yazmak olurdu” dediğinde satır aralarında Kutsal Kitap’ın Vaiz kısmının yazarı olarak anılan Kohelet’in yüzyıllar önce tanıklık ettiği beyhudelikten söz etmekteydi.
Kitaba adını veren efsanede adı geçen Sisyphos, Korint kentinde krallık eden dolandırıcı, ahlaksız bir adamdır. Bütün yaptıklarından sonra Zeus tarafından bir cezaya çarptırılır: Öldükten sonra gideceği Hades’te kocaman bir kayayı yuvarlayarak bir tepeye çıkaracaktır. Tam tepeye getirdiği her seferinde kaya kendi ağırlığıyla yuvarlanarak tepenin eteğine düşecektir.
Sisyphos bir döngünün içindedir. Her insan da kendi kayasını sırtlayarak yaşamaya gayret etmektedir. Hiç kimse için bir yere varma umudu yoktur. Yine de Camus’nün “umudun yokluğu ile umutsuzluğun bir ilgisi yok” dediği de not edilmeli.
Sisyphos efsanesinde Camus’nün vurgulamayı seçtiği kısım kayanın yuvarlanmaya başlamasından sonraki anlardır. Sysphos kayanın ardından onun yokuş aşağı yuvarlanışını izler. Kayayı tekrar yukarı çıkarmak üzere tepeden inerken yazgısından üstün duruma gelir. Kayayla bütünleşir, ondan güçlü olur. Yazgısının kaçınılmaz olduğunu bildikten sonra bu yazgı küçümser hale gelir. Tepelerle bir başına mücadele etmek bir insan yüreğini doldurur. Camus’ye göre o anında Sysphos mutlu olarak düşünülmelidir.
Albert Camus yaşadığı karanlık çağın umudu olmayan gözlemcisidir. Yıkıntılar arasında yolunu ararken bir ateist olarak Tanrı’dan yardım aramaz ve “Kişi ancak olanaksızı elde etmek için Tanrı’ya yönelir” der. Kişinin karanlığa karşı yapacağı hiçbir şey yoktur. Acı, yok oluş, kitlesel cinayetler Avrupa kıtasını yakıp kavururken umuttan söz etmek doğal olarak olanaksızdır. İntiharı sorguladığı kitabında intihar edilmesinin beyhudeliği sonucuna varır.
Yapılacak şey yenik bir biçimde hayatı sürdürmek de değildir. Yaşamın her alanını işgal eden ve köleleştiren zorbalığın, angaryalara mahkûm eden sistemin içinde insan taşıdığı yükle yüzleşerek onun gözlerinin içine gülümseyerek bakabilmelidir. İncil diliyle söylemek gerekirse özgürlük için savaşım vermenin yararı yoksa da sizi bin adım yürümeye zorlayanla iki bin adım yürümeye karar vermek insanı özgürleştirir (Mat 5:41). Tutsaklık insanın benliğinden kaynaklanır ve kararlarıyla perçinlenir. Dünya ve din bizimle Tanrı arasında bir sis perdesi oluştursa, Tanrı’nın uzak olduğunu söyleseler de ancak Tanrı’da özgürlük vardır ve ancak O bizim içimizdeki karanlığı aydınlığa çevirebilir (2Ko 3:16-18; Yu 8:31,32; Gal 5:1).
KARANLIĞIN BİR BAŞKA TONU
Leonard Cohen sanat yaşamına romancı ve şair olarak başladı. Her iki türdeki kitaplarıyla hem doğduğu Kanada’da ve hem de ABD’de önemsenecek başarılar kazandı. Daha sonra kendi şiirlerini seslendirerek dünya çapında büyük ün kazandı. 1980’ler Cohen’in ününü doruğa çıkarmıştı ve öldüğü 2016 yılına dek de bir daha oradan inmedi.
Cohen’in şarkıları genellikle karanlık temaları barındırır: yalnızlık, terk edilme, aldatılma ve aldatma, aşka çare bulamama, teslim olma vb. Ama en önemlileri belki de keder, çaresizlik, sevgi ve tutkudur. Sesinin Bob Dylan’ınki gibi çatlak tınısı şarkılarındaki karanlığa olağanüstü bir derinlik vermektedir. Yaşamında da dünya onu nereye, hangi karanlığa çağırırsa gitmiş ve orada huzuru aramıştır. Yaşamı her alanda arayışlarını gösterir. Gurur duyduğu Yahudi kimliği (İbrani adı Eliezer ben Nisan ha’Cohen) çocukluğundan başlayarak onda etkisini göstermiştir. Kendisi hakkında “Ben Kutsal Kitap’ı yazan küçük Yahudiyim” demiştir. Bir yandan ailesinde kuşaklar boyunca süren kahinlik (Kohen) kimliğine tutunurken öte yandan huzuru bulmak için çok çeşitli inanışların pratiğine katılmıştır. Scientology, çocukluğunda dadısıyla katıldığı Katolik ayinleri, beş yıl bir Budist manastırında yaşayıp atanmış bir Zen Budist rahibi olması, Hindistan’da bir süre kalıp guru eşliğinde Hinduizm çalışması, Hare Krişna ilahileri söylemesi, Bhagavad-gita okuması onda izler bırakır. Kutsal Kitap çalışması da doğal olarak şiirinde gözlenir. Leonard Cohen adını taşısa da bazen Eliezer Cohen ya da Jikan Cohen adlarını da kullanmıştır. Jikan sessizlik anlamındaki Budist ismidir. Kimliği yamalı bohça gibi çok parçalıdır.
İsa hakkında da oldukça olumlu görüşlere sahiptir: “İsa Mesih’i çok severim. Belki de yeryüzünde yaşamış en güzel adamdı. ‘Ne mutlu yoksullara. Ne mutlu yumuşak huylu olanlara’ diyebilen biri eşsiz cömertlik, kavrayış ve çılgınlığa sahiptir. Hırsızların, fahişelerin ve evsizlerin yanında olduğunu söyleyen bir adamdı. İnsan ötesi bir cömertlik. Eğer kabul edilse dünyayı alt üst edecek bir cömertlik çünkü bu merhameti hiçbir şey gölgeleyemez”. Yine de İsa hakkındaki geleneksel Yahudi görüşünden ayrılmadığını belirtmek zorunda hissedip geri çekilmiştir. Şiirlerinde sık sık geri dönse bile yüreğini O’na hiç teslim etmemiştir. Hatta kendisi gibi Yahudi olan Bob Dylan Hristiyan olmayı seçtiğinde bunu anlayamadığını söylemiştir.
Cohen kendi dertlerine çözümü hep kendi kişisel pratiğinde bulmaya çalışmış ve hep farklı yerlere uzanmıştır. Tensel zevklerden inzivaya, siyasal tutumlardan bireysel karanlığa kadar kendini her yerde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Her yere gitmiş ama kurtuluşa, teslim oluşa hep uzaktan bakmıştır. Sanki hep içindeki bir boşluğu doldurmaya çalışmış ama susuzluğu hiç dinmemiş gibidir. Yaşamını kendi ellerinden bırakarak teslim olacak biri olmayı seçmemiştir.
“I Tried To Leave You”da yüz kez ilişkilerini bitirmek isteyen ama buna cesaret edemeyen, gücü olmayan adamı anlatır. “First We Take Manhattan”da düzeni içinden değiştirmek istediği için yirmi yıllık can sıkıntısına mahkûm olduğunu söyler. Oysa hep sistemin içindedir. Fransız direnişini anlatan Partizan adlı şarkısı Polonya Dayanışma Sendikası ülkede ayaklanmaya önderlik ederken bir mücadele marşı olarak alınmıştır. Cinsellik şiirlerinde önemli bir temadır. Siyasal olarak da aynı savrulmaları yaşar: Hem Cumhuriyetçi/sağcı görüşleri savunur (Ulusal Silah Derneği (NRA) üyeliği, kürtaj karşıtlığı, vs) hem de Demokrat/solcu görüşleri (eşcinsel hakları, ırkçılık karşıtlığı, vs). Siyasal görüşlerini sessizce geçiştirmeyi tercih eder ama aşklarını bağırır. Kadınlarını seçerken sergilediği acelecilik ve kararlılık yaşamının diğer yanlarında pek gözükmez. Hep arayışını sürdürmüştür ve hep hedefine uzaktan bakmıştır:
“Kelamın insan olduğu yeri bana gösterin/Acının başladığı yeri bana gösterin” (Show Me The Place). “İsa su üstünde yürüdüğünde bir denizciydi” (Suzanne). “Tutsak doğdum ama Mısır’dan çıkarıldım/Omuzumda bir yük vardı ve yükü kaldırdın/Rab bu sırrı tutamam artık/ Adın yücelsin, yücelsin adın” (Born In Chains). “Her şey ters gitmiş olsa bile/ şarkıların Rabbi önünde dururum/ Ağzımda tek sözle: Haleluya!” (Hallelujah). “Hala çalabilen çanları çalın/Kusursuz sununuzu unutun/Her şeyde bir çatlak var/ Ama ışık da oradan gelir” (Anthem).
“Ama ışık oradan gelir. Diriliş oradadır, dönüş oradadır, tövbe orada. Yüzleşmeyle birlikte, kırıklıkla birlikte” (Londra konseri; 10.05.1993).
Ölmeden on dokuz gün önce yayınladığı “You Want It Darker” albümünün aynı isimli parçasının nakaratında şöyle der: “Övülsün ve yüceltilsin/Kutsal Adın/Kirletildi ve çarmıha gerildi/insan bedeninde/Milyonlarca mum yanarken/hiç gelmeyecek yardım için/Kararsın istedin/Biz alevi söndürürüz/Hineni,Hineni (İbranice Buradayım)/Hazırım Rabbim”.
Çevresini şiiriyle, tutkusuyla aydınlatan ama karanlıktan başka yere yönelmeyen iyi bir şairdi.
KOHELET
Kutsal Kitabın en zor yorumlanan kısımlarının başında gelen Vaiz kitabının yazarı olan Kohelet de insanlar tarafından karamsar olmakla suçlanmaktadır. Türkçe’ye “boş” olarak tercüme edilen hevel sözcüğü metnin anahtar sözüdür. Kohelet yaşamı boyunca birçok şeyi denemiş ve sonunda hepsinin hevel (ibranice boş, beyhude, nefes, çiy) olduğuna karar vermiştir. Kitap Camus’nun yaşamın absürtlüğü görüşüne uygun bir biçimde “Her şey boş, bomboş, bomboş!” diye başlar (1:2). “Güneşin altında yeni bir şey yok” (1:9) diye devam eder.
Kohelet’in deneyimleri onun yaşam hakkındaki karanlık düşüncelerini besler. Verilen bütün emekler, bilgi, çeşitli zevkler, zenginlik, cinsel iştaha, cimrilik, çok laf etmek, sahte dindarlık, adaletsizlik, liyakatsizlik, tembellik Kohelet tarafından boş olarak tanımlanmaktadır. Kuşkucu ve karamsar olarak değerlendirilebilecek parçalar da yok değildir: Hayatta yapılan kötülüğün karşılığının olmaması, yaşamın anlamını ararken bulduğu tek şeyin anlamsızlık ya da boşluk olması Kohelet’i öyle bir noktaya getirir ki ölmüş olmak ona yaşamaktan daha iyi gelir (4:1-2). “Böylece hayattan nefret ettim” (2:17) sözleri de karamsarlık algısına yardımcı olmaktadır.
Kohelet kitabında karanlık içinde bir odada yaşayan insanın yaptıklarının yararsızlığından söz ediyor gibidir. Hiçbir yaptığı onun ihtiyaçlarına kalıcı bir çözüm getirmez. Her yeni denemesinde yaşam daha da paramparça olmaktadır. Kitabın karamsar tonunun dünyanın karanlık bir yer olmasıyla kaçınılmaz bir sebep sonuç ilişkisi vardır. Hristiyan okuyucu bir noktada “Yeter artık. Işığı aç diye seslenecek olur”. Aslında biraz sabır okuyucuyu Kohelet’in yaşamın anlamı konusundaki çıkarımlarına ulaşacaktır.
Kohelet yaşamın anlamını aramasının ardındaki evrensel bir gerçekten söz eder. İnsanlar Tanrı tarafından yüreklerine konan sonsuzluk kavramı nedeniyle bir arayıştadır. İçlerinde bir boşluk, “bir solucan deliği” vardır. “Yine de insan Tanrı’nın yaptığı işi başından sonuna dek anlayamaz” (Vai 3:11).
Kohelet’e göre insan yaşamı sürekli hayal kırıklıklarıyla doludur. Dünyadaki adaletsizlikler, başarısızlıklar, arayışların boşa çıkması bu hayal kırıklıklarını aşılması güç bir yığın haline getirir. “İnsanın derdi kendine yeter” (8:6). İnsanın kendi aklıyla Tanrı’nın yollarını anlaması olanaksızdır. Bir diğer sorun da insanın bütünüyle günahlı oluşudur. Günahlı insan Tanrı’nın arzusuna aykırı yaşar (9:1-3). “İnsan güneşin altında olup bitenleri keşfedemez. Arayıp bulmak için ne kadar çaba harcarsa harcasın, yine de anlamını bulamaz. Bilge kişi anladığını söylese bile gerçekten kavrayamaz” (8:17). Ölüm herkes için yaşamın sonunu getirecektir. Ne zaman öleceklerini ya da onlardan sonra ne olacağını bilemezler (8:8; 9:12). Kötülükleri de onları kurtaramayacaktır (8:8). Tanrı sonunda herkesi yargılayacaktır (3:15-17).
Bütün bu olumsuz resmin dışında Kohelet’in okuyucuya aktarmak istediği ve yaşamı sürdürmeyi anlamlı kılacak bir şey var mıdır? Kohelet en az yaşamın kötü yanlarından söz ettiği kadar insan için umut verici ipuçlarını da metnin içine yerleştirmiştir. Ne var ki insanın deneyimler nedeniyle karanlığa alışmış gözleri onları seçmekte zorlanır. Ritmiyle bir Cohen şarkısına benzeyen 3:1-8 ayetleri her şeyin bir zamanı olduğunu söylüyor insanlığa. Eğer karanlığın, ölümün, beyhudeliğin (hevel) zamanını yaşıyorsanız seçimlerinizi değiştirdiğinizde yaşam, sevinç, mutluluk ve zevk konusundaki yaklaşımınız ve deneyiminiz bütünüyle değişecektir. Yaşamın bütün olumsuzluklarıyla karşı karşıya yaşarken insanın içindeki ‘sonsuz’ boşluğu (solucan deliğini) parça parça yamalarla, tatmin etmeyecek şeylerle kapatmaya, doldurmaya çalışmak yararsızdır. Yaşama anlam katacak olan, dünyanızın bütün yamalarını bütünleyecek olan Tanrı’dır. Anlaşılmayan, insan için sır olan her şey olduğu gibi kalabilir. Çünkü Tanrı korkusuna sahip insan Tanrı’nın bunlar üzerinde egemen olduğunu bilir. Kohelet bir hedonist (hazcı) değildir. Onun satırlarında zevk tek hedef olarak gösterilmez. İnsanın yaşamını Tanrı bilgisi ve Tanrı saygısı (korkusu) yönlendirmelidir (3:14). Dünyayı olduğu gibi kabul ederek Tanrı’nın arzusuna uyarak O’nu hoşnut etmeyi amaçlayan bir yaşamı seçmenizi bekler (12:13-14).
Bu seçimin yapılması sonucunda anlamsızlık, hevel, uyumsuzluk yerini tamamlanma ve mutluluğa bırakacaktır. Sevinç, mutlu, zevk sözcükleri kitabın içine karanlığın içindeki yıldızlar gibi saçılmıştır: 2:10; 2:24-26; 3:12, 22; 5:18-20; 8:15; 9:7-9; 11:7-10; 12:1-2. İnsanın sadece karanlıktan kafasını kaldırıp “Dünyanın Işığı’na” bakması gerekir. Merak etmeyin “ışık tatlıdır” (11:7; Yu 8:12).